Barışın Kalıcılığında Duygularımızın Yeri

Yaşamak; insanların, hayvanların, bitkilerin; solunumu, boşaltımı, üremesi veya yok oluşudur. Yaşamak bunun yanı sıra dış olaylardan etkilenme ve bunlara tepki göstermektir.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse yaşam, canlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında duyguların ve düşüncelerin de karşılığını bulmasıdır. Bitkilerin ışığa yönelmesinden tutun, yaşadığı olumsuzluklara karşı gösterdiği tramvatropizma bile yaşamın bir parçasıdır. Sevilen bir bitkinin büyüyüp daha çok çiçek açması, ilgilenilmeyen bitkinin ise solması yaşamı etkileyen faktörlerden birkaçıdır. Bir hayvanın sevgi ve ilgi bekleyişi, uysallığı yanı sıra vahşileşmesi, saldırgan hale gelmesi ise yaşama karşı verdiği tepkidir.

Bir aslanın bir kediden farkı aslanın doğaya karşı kendini savunma gereksinimine karşılık vahşileşmesidir. Bir insanı ele aldığımızda durum bundan farklı değildir. Costance Foster’ında dediği gibi “Sevgi bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir.” Bu nedenle her insan sevgiye ihtiyaç duyar.

Yaratılışında sevgi ve alaka olan insan hayatının her döneminde bu sevgi ve alakaya gereksinim duyar. İlk başta annesi ile arasında oluşan psikolojik bağdan dolayı annesinden ilgi bekleyen bir bebek büyüdükçe anne sevgisinin yetersiz geldiğini düşünerek farklı sevgiler aramaya başlar. Arkadaşlar, dostlar edinir; yetmez âşık olur. Bununla da yetinmez çocuk sahibi olur, torun sahibi olur. Bazı insanlara bu sevgiler de yetmez ve bunlara kavuştuklarında daha fazlasını isterler. Bu yüzden Tanrı’ya âşık olurlar. Çünkü bilirler ki kalplerindeki sonsuz aşk ancak sonsuz bir sevgiliyi bulunca huzura erer. Halil Cibran’ın ”En el Hak!” yani ”Ben Tanrı’yım” deyişi Tanrı’daki özelliklerin ufacık bir parçasının kendinde olduğuna inanmasından kaynaklanır. Cibran’a göre bu özelliklere sahip olmak demek Tanrı’nın çok büyük bir lütfuna mazhar olmak demektir. Ve yine Cibran’a göre bu lütfun nedeni Tanrı’nın onu sevmesidir. Tanrı’nın kendi sevgisine karşılık vermesi ile sevinen Cibran aşkını ‘En el Hak!’ sözü ile dile getirmiştir. Herkesin bunu bencillik ve kibir olarak görmesi karşılarındaki kişiyi anlamak yerine alışageldikleri şekilde devam edip hüküm vermelerinden başka bir şey değildir. Bunun nedeni toplumun birbirini anlamaması ve birbirine saygı duymamasıdır.

Bunun sonucu olarak toplumdaki bireyler saygı görmek ve dinlenilmek için her şeyden üstün olmaları gerektiğini düşünürler. Her şeyi elde etmek için ufak bir adım atarlar. Birçok şey elde ederler fakat bununla yetinmeyip başkalarının emeklerini çalmaya, sömürmeye, gasp etmeye başlarlar. Bu da insanları içgüdüsel olarak savunmaya ve vahşileşmeye iter. Buna örnek Vahşi’nin Uhud’da Hz. Hamza’yı tanınmaz hale sokup ciğerini sökecek kadar vahşileşmesinin nedeni sahibine karşı kendini savunma, sömürülmekten kurtulma ve özgür olma isteği değil miydi? Peki kölelik? Başkasının üzerinde üstünlük kurma isteği değil midir? Bunun nedeni ise yine saygı görme isteği değil midir? Üstünlük önce bakışlarla sonrasında sözlerle devam eder. Bununla yetinmeyen üstünlük daha sonra bedenlerin karşılştırılmasına, silahların imalat edilmesine ve son olarak da savaşların çıkmasına neden olur. Bugün devletler var olmak ve saygı görmek için diğer devletlerin kaynaklarını sömürürler. Fakat maddi sömürüş yeterli ve kalıcı bir çözüm değildir. Kalıcı çözüm ise manevi değerlerinde sömürülmesidir. Köleliğin ortaya çıkış nedeni budur. Kölelerin düşünmesi, kendi dillerini konuşması yasaktır. Kullanmalarına izin verilen tek şey kaslarıdır. Kas gücü tükenen kölenin ölümünü izlemekse sahibi için zevktir. İşte insanın sevgiye, saygıya ve var olmaya duyduğu arzu, vahşileşmesine ve insani değerlerin kaybolmasına neden olur.

Yeteri kadar sevgi ve saygı gören bir insanın ise böyle içsel duygulara kapılması mümkün değildir. Çünkü onlar var olmuşlardır. Bunun bilincinde olduklarından dolayı karşılarındakinin var oluşunu kabullenmiş ve kendilerine gösterilen saygıyı başkalarına da göstermişlerdir. Bunun sonucu olarak birlikte yaşamayı öğrenmiş ve barışı kalıcı hale getirmişlerdir. Sizlerin de barışı kalıcı hale getirmeniz dileğimle…

(Tuğba AKYILDIZ)

NOT: Yazar “Ene’l-Hakk” deyişi olarak alıntıladığı kişi bu sözün sahibi değildir. Bu söze dair bilgi ve bilginin kaynağı aşağıdadır.

Ene’l-Hakk, Arapça “Ben Hakk’ım”, “Hak’tan gayrı değilim.” demektir. Hakk gerçek ve doğru anlamlarına geldiği gibi aynı zamanda İslamda Allah’ın isimlerinden biridir ve bu söz kişinin Tanrı ile birleşip-bütünleştiği, Tanrı’nın kişide vücut bulduğu veya kişinin varlığının Tanrının varlığı içerisinde eriyip yok olduğu (Hulul) diğer bir ifade ile Tanrı’nın varlığının kişinin vücudunda yüz bulması anlamlarını da ifade etmektedir. Bu düşünce Tevhid akidesine aykırı bulunarak ilk söyleyen kişi olan Hallâc-ı Mansûr’un idam edilmesine neden olmuştur.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/En-el_Hak

Bu yazı, yıllar sonra, eski e-postalar arasından denk gelinip blogun sakin sularına bırakılmıştır.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir